GÜNÜN ANLAMI VE ÖNEMİ Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu. Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Böylece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu. TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü"nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu'da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar'a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, or-dularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi. Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi. Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı'ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı. 1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikle-ri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydmld". İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal'in başkomutan-lığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı. Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı. Büyük Tarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline "dur" diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, bayram yaparak kutluyoruz.
BÜYÜK VE ASiL TÜRK MlLLETİ !
Ordularımız 9 Eylül 1338 (1922) sabahı İzmir''imizi ve yine 9 Eylül 1338 (1922) akşamı Bursa'mızı muzafferen kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer terâneleriyle dalgalanıyor. Asya İmparatorluğu'na yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanlarıyla kumanda heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'niıı savaş esiri bulunuyorlar. Düşmanın başkumandan tayin ettiği general (Trikopis), birçok gece ve gündüz ümitsizce muharebeyi ve her kurtuluş çaresini tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller ve kurmayları ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilenleriyle teslim oldu. Eğer Yunan kralı da bugün esirler meyânında bulunmuyorsa: bu taç sahiplerinin, işleri esasen yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan muharebe meydanlarının felâketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır. Batı fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında subayları tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden dehşete düşerek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının savaş malzemesi hemen üçte iki itibariyle topraklarımızdadır. Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek müşkildir. Fakat resmî ağızla milletimize müjdelerim ki bizim insan zayiatımız dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa bâliğ olmaktadır. Büyük Türk Milleti ! Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemâl ile tezahür etti. Millet orduları on dör gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. Anadolu'daki bütün işgal edilmiş topraklarımızı geri aldılar. Büyük zafer münhasıran senin eserindir. Çünkü İzmir'imizi siyasî hırslar neticesinde âdeta ınemnunen düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yok idi. Bursa'mızı istilâ eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askerî teşkilâtıyla işbirliği yaparak muvaffak olmuş-lardı. Vatanın kurtuluşu, milletin rey ve idaresi kendi mukadderatı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zaman başlamış ve ancak mil-letin vicdanından doğan ordularla müspet ve katî neticelere ermiştir. BÜYÜK VE NECİP TÜRK MİLLLETİ ! ANADOLU'NUN KURTULUŞ ZAFERİNİ TEBRiK EDERKEN SANA İZMİR'DEN, BURSA'DAN, AKDENİZ UFUKLARIN-DAN ORDULARININ SELAMINI DA TAKDİM EDİYORUM.
12.9.1338(1922) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Mustafa Kemal
ATATÜRK DİYOR Kİ
Anadolu zaferi, tarih arasında bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kadir ve ne kadar muhyi bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır.
***
Harp zaruri ve hayati olmalıdır. Hayatı millet tehlikeye maruz kalmayınca harp bir cinayettir.
***
Memleketimizi esir etmek istiyen düşmanları behemehal mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır.
***
Harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdtr. Meydan muharebesi milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki, seviyeleriyle, ahlâklariyle, harsleriyle hülâsa bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada çarpışan milletlerin hakikî kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız kuvvei cis-maniyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlâki ve harsi kuvvetin tefevvukunu mertebei sübute vardırır.
***
Türk Neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk Neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır.
***
Hakiki zafer, muharebe meydanlarından muvaffak olmak değil, asıl zaferdeki muvaffakiyetlerin menabilni kuvvetlendirmek, milleti yükselt-mektir.
***
Bence, bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasıyle kaimdir.
***
Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz.
***
Zafer, "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "Başaracağım" diye başlayarak sonunda "Başardım" diyebilenindir.
***
Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
***
Biz Türkler tarih boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.
***
Milletimiz davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için başarılı olmuştur.
***
Zaferlerinin vasıtası yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, rezil edilir, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi memleketinde bile mahkûm ve esir kalabilir.
BAĞIMSIZLIK
Artık Osmanlı devleti gerçekte ve uygulamada bağımsızlıktan yoksun duruma dürüşülmüştü, Bir devlet ki, kendi uyruklarına koyduğu vergiyi yurdunda yaşayıp kazanan yabancılara uygulayamaz; gümrük işlerini, vergilerini ülke ve milletin isteklerine ve çıkarlarına göre düzenlemesi yasaktır. Bir devlet ki sınırları içinde suç işleyen yabancıları yargılayamaz, cezalandıramaz. Böyle bir devlete elbette bağımsız denemez. Devlet ve millet işlerine karışma, bu kadarla bitmiyordu. Doğrudan doğruya günün gerektirdiği, ulusun istediği birçok işlere devletin girişme hakkı yoktu. Demiryolu yapmak, fabrika kurmak, artık elinde değildi. Yabancılar böyle girişimleri daha başlarken durdurabilirlerdi. Yaşamasını ve yönetimini kendi gücü ve karan ile sağlamaktan yoksun bir devlete bağımsız denilebilir miydi? Devlet, bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi artık yabancıların sömürgesi olmuştu. Osmanlı halkı içindeki Türk milleti büsbütün tutsak bir duruma düşürülmüştü, Bu sonuç, deminden beri belirttiğim gibi, milletin, kendi iradesini, kendi egemenliğini kendi kullanamamasından; bu iradeyi, bu egemenliği şunun bunun eline bırakmasından doğmuştu. Öyleyse, kesinlikle diyebiliriz ki bir ulusal egemenlik dönemi yaşamıyorduk. Ulusun, egemenliğini eline almaması yüzünden, geçirdiği dünya savaşında, değerli çocuklarımızdan toplanmış ordularımızın Gafiçya'da, Romanya'da, Makedonya'da, Kafkas dağlarında, Sina çöllerinde katlandığı eziyetleri ayrıca belirtmemizi gerektirecek kadar uzun zaman geçmemiştir; genel savaşın uğursuzluğunu da bilmeyenimiz yoktur. Hele Mondoros'la açılan "mütareke" döneminin acıklı durumunu şöyle bir gözden geçirirsek göreceğimiz baştan aşağı bir çöküntüden başka bir şey değildir. Karşı devletler, her türlü uygarca ve insanca verilen sözleri ve hakları hiçe sayarak yurdumuzun en değerli, en verimli yerlerini çiğnediler. İzmir'i, Bursa'yı, Eskişehir'i ta Sakarya'ya kadar, sonra bütün Adana ve -dolaylarını, Trakya'yı- İstanbul'u,'en sevgili yerlerimizi çiğnediler. Bizde bu düşmanların, bu davranışlarından daha acıklı, daha korkunç bir iş oldu; Yüzyıllardır bu milletin başında, bu ulusun egemenliğine konmuş olan kimseler de düşman sırasına geçtiler ve bu düşmanlar, bu iç düşmanlarımız, dış düşmanların yapmadığı, yapamayacağı korkunç ve iğrenç davranışlara girişmekte bir sakınca görmediler. Dış düşmanlar, saydığımız sevgili yurt topraklarında bulunurken; padişahın çıkardığı fetvalar ve fermanlarla, kurduğu "halifelik ordusu" ile bu suçsuz millet şurada burada kandırıldı, aldatıldı. Yurdumuzun şurasında burasında millet gücüne karşı baş kaldırmalar oldu. Şu bu nedenle çoktandır bağımsızlığını yitirmiş Osmanlı Devleti böylece çöküp gitti. Düşmanlarımız bununla da yetinmediler; Osmanlı devletini kuran Türk milletinin, bu ülkenin gerçek halkının da yok olacağını, eriyip gideceğini umdular. İşte bunda çok aldandılar, Osmanlı devletini ve Osmanlı devleti gibi çok devletleri kurmuş olan Türk milleti yok olmamıştır. İçten ve dıştan gelen bu öldürücü, bu tiksindirici vuruşla birdenbire uyanmış, silkinmiş, kendisine gelmiş; şerefle, namusla yaşamak için başını kaldırmış, birleşip kaynaşarak ortaya atılmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
KOCATEPE'DEN İZMİR'E...
Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları! Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip miletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakarlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim. Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini gözönüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkumandan Mustafa Kemal 1 Eylül 1338 (1922)
30 AĞUSTOS
Her yıl bugün olur, Otuz Ağustos İçime bir ordu havası dolar. Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos, Bayrak imil imil, geçer ordular...
Geçer tunç adımlar demir göğüsler, Geçer Mehmetçikler, geçer subaylar, Hepsinin alnında zaferden süsler. Geçer hayalimde bir bir alaylar.
Geçer toplar, geçer atlar, yağız, al, Geçer dağlar, geçer yollar, şehirler... Yangınlar üstünde ince bir hilal!.. Yaralılar düşe kalka geçerler.
Çılgın bir istekle bu şan akını Afyon'dan, İzmir'e kaçlar çağıldar. Unutmuş at gemi, kılıçlar kını, Can canı unutmuş zafere kadar.
Ne var bu dünyada sana yakışan, Alnında bir zafer sabahı kadar; Sen Mehmetçik, söyle büyük kahraman, Sana zafer kadar yakışan ne var?
Her yıl bugün olur, Otuz Ağustos, İçime bir zafer havası dolar. Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos, Bayrak imil imil, geçer ordular...
|