Aranan
Sık Kullanılanlara Ekle Sık Kullanılanlara Ekle
Giriş Sayfası Yap Giriş Sayfası Yap
Menü





 
Makaleler\YÖRÜKLER NE İSTİYORLAR?
YÖRÜKLER NE İSTİYORLAR?
 
Ramazan KIVRAK - Fethiye Yörük Türkmen ve Kültür Derneği Başkanı
Keçiler yok edilmek istenirken;

YAŞATARAK YAŞAMAYA ÇALIŞAN YÖRÜKLER NE İSTİYORLAR?
Yazın yaylalarda, kışın sahilde beslediğimiz ve beslendiğimiz keçimiz, ormana zarar veriyor diye yok edilmek istenmektedir. Bilinir ki, Allah'ın her yarattığının bir sebebi, verdiği her derdin de bir dermanı vardır. O nedenledir ki, insanlığa elçi olarak gönderdiği kusursuz peygamberlerine ve sevgili kulları evliyalarına keçi güttürmüştür. Allah, keçinin yaşamasını istemeseydi, yaratır mıydı? Keçiyi en yakını kullarına besletir miydi? Demek ki, helâl ve haram konusunda  geliri temiz  olan keçidir. Hz İbrahim oğlunu Allah'a kurban etmek isterken, koç kurban edilmesini emreden, âlemleri yaratan Allah, insana ve kendisine yakın olarak, koyunu, keçiyi, deveyi, sığırı görmüştür ki kurban edilebilir demiştir. Bu nedenledir ki keçi dinimiz açısından da önemlidir.
Âlemleri yaratan Allah, her canlıyı bir sebeple yaratmıştır. Meselâ, kışın, altı ay, fare yılanı yer; yazın, altı ay yılan fareyi yer. Doğanın dengesi korunur. Bütün yılanları öldürürseniz ortalığı fare kaplar, fareleri öldürürseniz ortalığı yılan kaplar. Bugüne kadar kendiliğinden yetişen,dağlardaki ormanlarda yayılan keçinin sayısız faydaları vardır.  Aklımızı kullanabildiğimiz kadar keçinin faydalarının bazılarını biliyoruz. Çoğu yok olunca anlaşılacak, ya da yaşatırsak ve araştırırsak bulabileceğiz. Ancak, tam sırrına erilmeden, keçi soykırımı yapılarak, bir canlı türünün yok edilmesi ülkemize hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Uğruna ölecek kadar sevdikleri keçilerle yaşayan Yörüklerin yurtlarından  Mersin ili, Silifke ilçesi, Uzunburç beldesinde, 2400 yıl önce kurulmuş tarihi bir kent var. Duvarların, sütunların, lahitlerin pek çoğu sağlam. Buradaki lahitlerde, mezarlarda mermer kabartma ile keçiler, oğlaklar, koyunlar ve keçinin sevdiği çalılar kabartmalarla resmedilmiş.. Keçileri, doğayı, bugünkü Yörükler kadar sevmişler ki, öldükten sonra öbür dünyada da keçilerle birlikte olmak istemiş, bunu da mezarlarına işlemişler. Keçisini, bitkisini ve kendisini eşit görmüşler. Demek ki, bugün yok edilmek istenen keçi, belgeli olarak o zamandan beri var ve yaşatılmış.Ve 2400 yıldan beri ormanlar da keçiyle beraber var olmuş. Ormanı yakanlar ise insanoğlu ve onun ürettiği medeniyetin elektrik telleri. Keçilerin yangın çıkardığı hiç duyuldu mu?
Yörükler neden keçi beslerler? Çünkü; sığır, kurt, ya da canavar geldiğinde ürkmez, direnmez, sahibinin taktığı yerden ayrılmaz, özgürlüğüne düşkün değildir. Boynuna ip takılırsa karşı gelmez, çekilen yere gider. Oysa keçi, tehlikeyi görünce kaçar, karşı gelir, direnir; dağa, koşarak sevinçle gider, yükseklerde zor olan yerlerde yayılır, akşam koşana (ağıla) girerken direnir. Başına ip bağlanıp çekilirse inatlaşır, özgürlüğüne düşkündür. Yörükler, genelde, huy olarak keçiye daha yakındır. Keçi yok edilirse, “Sarı öküz’ün yanında duran ya huyundan ya tüyünden kapar.” atasözünde olduğu gibi özgürlük duygusu zayıflar, kolaycılık üşengeçliği beraberinde getirir, her şeyi kabullenmeye, razı olmaya başlar insan.
Atalarımız keçinin sütünden; yoğurt, peynir, çökelek, derisinden; post, çökelek kabı, yağ tuluğu, su kabı, ekmek dağarcığı, eğlenmek için davul, delbek (tef), boynuzundan bıçak sapı yapar. Karnında tereyağını saklar, kılından çul ve duayla dikilen evin karaçadır’ı, ayağına çakşır yapar; böcü-börtü gelmesin diye ipinden, domuz gelmesin diye kara çulundan faydalanır. Yörük, keçinin her organını değerlendirir. Sarmasını, daha gür çıksın diye, ağaç dibine döker. Sonra da, Allah'tan bu kadar kıymetli bir hayvanı kestiği için af diler ve Allah'a, bu nimeti verdiği için dua eder.
Ülkemizde tüyü; hamali (uğur, koruyucu) olarak taşınan, peygamberimizin de çok sevdiği deve, baskılar neticesinde yok edilmiştir. Çobana zulüm ve baskı, keçiye soykırım devam ederse, gelecek nesiller, keçiyi, oğlağı kitaplardan, ya da binlerce yıl önce yaşamış, nesli tükenmiş hayvan türleri gibi, bilim adamlarının bulabileceği fosillerle öğrenebilecek. Allah'ın, kurban edilmesini istediği keçi ve deve kaybolur, ilerde koyun ve sığır azalırsa, insanlar İslam’ın vaciplerinden biri olan kurban kesmeyi yapamazlar; ibadet eksik kalır. İnsanların ekonomik güçlerine göre kurbanlık hazırlanmazsa, İslam'a da karşı gelinmiş olunur.
Dağlarda yaşayan keçinin nesli biterse, türküler de biter. Yörük dağa gidemezse, türkü yakamaz. Çünkü türkülerin çoğu, yaylalara, dağlara, hayvanlara yakılmıştır. Türkünün yanında, mani, tekerleme, atasözleri, masallar, efsaneler, yayla şiirleri de yok olur. Kullandıkları kelimeler azalır. Türkçe zarar görür.
Keçi biterse, Yörük kadınının, çula, kilime, heybeye, golana nakşettiği desenleri, aktardığı hayalleri de yok olur. Yörük kadını, sevincini, üzüntüsünü, hayallerini anlatamaz. El sanatlarımız kaybolur.Şimdi azıcık düşününce; gizli bir el karar vermiş de; Önce özgürlük kavramını, sonra geleneklerini, ardından yaşam biçimini, folklorunu, edebiyatını yok edip, dağdan ovaya indirdikleri Yörükleri, sıradan, sessiz, uysal bir kişiliğe mi dönüştürmek istiyorlar? Tarih incelenince görülecektir ki; Vikingler de ve Kızılderililerde, Doğa ve Özgürlük kavramı aynı yöntemlerle sona erdirilmişti.
Keçi biterse, sırrına erilmemiş hastalıklar ortaya çıkar.İnsanlar farkında olmasalar da, Keçinin yediği otlardan şifa bulurlar. İnsanların, kimyaotu’ndan hastalıkları gider.Adem,ya da, oğulotu’ndan ömrü uzar; kekik otlarından, gribe, soğuk algınlığına karşı dirençli olur; yediği çalı yapraklarıyla daha sağlam olur. Eğer keçi biterse hastalık türleri daha da çoğalır.Yaylalarrda ve ormanlarda yaşayanlar, mantarların ve otların zehirlisini, zehirsizini, şifalısını, keçinin yediği otlara bakarak belirler ve pişirip yerler. Keçi yok olursa zehirlenmeler artar, şifalı otlardan faydalanma azalır. Astımdan, alerjiden, öksürükten, egzamadan, kansere kadar pek çok hastalığın tedavisi zorlaşır.
Keçi biterse, damak tadı kaybolur. Keçi sütünün ve keçi sütünden yapılan dondurmanın, çökeleğin, peynirin, keçi etinin kaybolması, damak tadının kaybolması demektir. Yurt dışından ithal edilirse, hem dışa bağımlı oluruz, hem de insanın beslenmesiyle yaşadığı yer farklı olduğundan, geleneksel tat alınmaz, hem insanın kimyası bozulur, hem de ülkemiz döviz kaybeder.
Ağaç ve meyve yetiştirenler, ağaçların yaprakları daha gür, gövdeleri daha büyük olsun, daha çok meyve versin diye keçi sarması dökerler. Bu sarma, suni gübre gibi tarlaya zarar vermez. Hatta, bazı köylüler, sarmasından yararlanmak için, keçiyi kendi tarlasında, bahçesinde yatırması için çobana para verir. Bütün bunları bilmeyen Orman Bakanlığı'nın, kuru bakliyatın, sebzenin, meyvenin yetişmesine de zararı olur. Keçiyle birlikte gübresi de ortadan kalkar. , Sadece meyve bahçeleri değil, dağdaki ormanların ağaçları da gübrelenemediğinden hızlı büyüyemez, bitki örtüsü etkilenir.
Ormanda kuruyan, yere düşen ağaç dal ve yapraklarını keçi çiğneyerek daha erken toprağa dönüşmesini sağlayarak erozyona karşı toprağın yenilenmesinde etkili olur. Dallar, yapraklar erken toprağa dönüştüğünden yangınların yayılmasını azaltır. Ormanı seven insanlar, Âlemleri yaradan Allah’a keçiyi yarattığı için şükretmeli, İnsanların yapamadığı pek çok hizmeti gören keçiye de minnet duymalıdır.
Keçi dağdaki  her ağacın dalını yaprağını yemez. İki metreyi geçen ağaçların tepesine yetişemez. Bazı ağaçların dallarını yer. Yani bizim meyve bahçemizi budadığımız gibi budar. Otları yer; kuru otların azalmasıyla yangını engeller. Yediği otların tohumları,sarma sıcaklığında, kış mevsimini  don almadan geçirdiği için, baharda daha gür ve değişik yerlerde çıkar. Bu da, o bitkinin yaşamını sağlıklı şekilde devam ettirmesini ve her yere dağılarak çoğalmasını sağlar.
Türkler keçileri o kadar sevmişler ve kendilerinden bir parça görmüşler ki, soylarına; Karakeçili, Sarıkeçili, Karatekeli gibi isimler almışlar. Yaşadıkları coğrafyaya Teke Yöresi demişler; soyadlarını keçiyle ilgili almışlar; camilerine, kalelerine, dağlarına, tarlalarına, mevkilerine, içinde keçi olan adlar vermişlerdir. Keçi biterse, insanlar soyunu öğrenemez, Türkçe ad verme geleneği azalır, tarih eksik kalır, dilimiz fakirleşir. Ata kültürü yaşayamaz.
Keçi beslemek zordur; ancak; Yörük çalışmayı, mücadeleyi, zoru aşmayı, bahara kavuşmayı ve özgürlüğü sever. Bu nedenledir ki,  ataları gibi zorluklara katlanır, kebabı, haşlamayı, mangalı, sütü, yoğurdu, çökeleği çok sevip yiyen, ama ömründe keçi gütmemiş, ağaç dikmemiş, keçi kadar topluma faydası olmayanlar; “koyunu yün! arıyı bal!” sanırlar. O nimetlerin nasıl sofraya geldiğini bilmezler; üretene de sormazlar. Ama kural koyarlar. Kendilerini doyurana zulmederler. Kurtuluş Savaşı'nı veren, zor günleri bilen Atatürk'ün, milletin efendisi dediği, şehirliyi besleyip, vatan için en önde savaşan, ülkesi için canını verecek kadar seven köylüye, çiftçiye, çobana, Yörüğe, “Neden ülkeni bu kadar seviyorsun?” dercesine eziyet ederler.
 
Ana sütüne en yakın sütü üreten ve insanları besleyen keçi, boynuna ip takılıp çekilirse inatlaşır, direnir. Tıpkı özgürlüğü elinden alınan Yörük gibi. Yörüğün atası, yurdu belirlerken oğlağın ciğerlerini değişik yerlerdeki ağaçların dalına bağlar. Ciğer kokmadan en uzun nerede dayanıyorsa, oraya yurt kurar. Kültürünü, yaşama şeklini bilmeden, Yörüğü her yere süremezsiniz. O, yaşanacak yeri, kendisi belirlemelidir.
Sevdalı oldukları ata yurtlarından kovulan, hayvanları telef edilen Yörükler, bu sevda bitmesin diye, makam taşları dikmeye başlamışlardır. Aslında makam taşlarını, birbirlerine kavuşamayan sevdalılar dikerler. Hem sevdaları bilinsin, hem de yaşasın diye. Yörüklerin de sevdası olan yurtların kendilerine ait olduğunun bilinmesi, hem de çocuklarına, nesillerine, “İşte bu yurt atamızdan bize kalan, yaşadığımız umut beslediğimiz, yarınımızı hayal ettiğimiz, yani kovulduğumuz yurttur. Bu yurt sevdasını yaşatın. Er ya da geç gelin, biz öldükten sonra kemiklerimizi sızlatmayın, ata yurduna sahip çıkın. İşte, makam taşımız budur.” demeye başlamışlardır.
Yörük ormanı o kadar çok sever ki, orman yoksa kendinin de keçisiyle birlikte yok olacağını bilir. Bu nedenledir ki, yurdunun yanındaki ağaçları kesmez; odun etmeye gelenleri kovalar, kestirmez. Abdestini ağaç dibinde alır, ağaç sudan istifade etsin diye. Hayvanına suyu kovayla verir, artanını ağacın dibine döker. O kadar sevgi doludur, yaşatma duygusu yüksektir ki, kendini, keçisini, ormanını bir tutar.
Araştırılırsa görülecektir ki, Orman Bakanlığı kurulduğundan bu yana, ormanın olmadığı yerleri ağaçlandırması gerekirken, kıyılarda ormanın bol olduğu yerlerde görev yapmış, ağaç dikmekten çok kesmiştir. Yani Orman Bakanlığı kurulduğundan bu yana, ormanı kendi elleriyle azaltmıştır. Ama azalışın nedenini keçide görmüşlerdir. Oysa, keçi orman yakmaz, ağaç kesmez, tarla açmaz, iş makineleriyle sürüp, villalık yerler, ya da çiftlikler açmaz, maden arıyorum diye ormanı yok etmez. Özetle, keçiden çok ormana insan zarar verir. O zaman ormana insanı sokmamak daha doğru olacaktır. Ormanı insanın tahrip ettiği ile keçinin tahrip ettiği miktar araştırılıp, kıyaslamalı şekilde halka açıklanmalıdır.
Ülkemizin kuruluşundan buyana, devletimizin külfetini çeken, ancak nimetini göremeyen, hizmet alamayan, vergide ve askere gidecekken hatırlanan, dağda çobanlık yapan Yörük, bugünlerde zor durumdadır. Orman yakana, tarla açana, deniz kenarında villa yapana, bir yolu bulunup tapu verilmeye çalışırken, ya da göz yumulurken, Yörüğe, ormanı kesmeden, ağaçların arasında, yüzlerce yıldır yaşadığı ata yurdundan “Çıkın!.. burası orman!” deniyor. Yani Yörükler, ormanı yaşatmanın cezasını çekiyorlar. Oysa devlet, Yörüğe, ormanı koruyarak, yaşadığı yurdun tapusunu, 'teşekkürlü tapu' olarak vermeli ve ormanı korumaya devam et şartı da koymalıdır.
Elbette bu kadar faydası olan keçinin, az da olsa zararı da vardır. Ancak adalet terazisinde adaletlice tartılırsa faydalarının daha çok olduğu görülecektir. Ayrıca bir ya da birkaç çoban ormana zarar veriyor diye, tüm keçiler ve çobanlar yok edilemez. Bir ya da birkaç insan orman yaktı diye, adam öldürdü diye, hırsızlık yaptı diye, devletimize ihanet etti diye, doğaya ve insanlığa zarar verdi diye suç işleyenler, ya da insanlığın tümü yok ediliyor mu? Bulunabilirse, yargılanabilirse, suçu kadar ceza alıp yaşaması sağlanıyor. Hapishanedeyken bile aç bırakılmıyor. Aslında çobanlar da ve keçiler de, telle çevrili yeni dikim sahalarına girerlerse ve zarar verirlerse suçu kadar, sadece suçu olanlar cezalandırılmalıdır.
İnsanoğlu doğaya, canlılara bakarak onlardan örnek alır, ders çıkarır, icatlar yapar, fikirler üretir. Allahın her şeyi sebepsiz yaratmadığını bilir ve sırları çözmeye çalışır. Keçiler yayılmaya giderken dağınık gibi gözükseler de, en önde yaşlı ve dinç olan tecrübeli keçiye en büyük çan takıldığından bütün keçilerin bir kulağı ve bir gözü bu keçidedir. Eğer başkeçi takip edilirse, hem iyi ot bulurlar, hem de akşam yuvalarına eksiksiz dönerler. Ancak dağda yayılırken, başkaları keçileri ürkütürse, yolundan çevirirse, geri döndürürse en arkadaki, uyuz olan, topal olan, zayıf olan, çobanın gözden çıkarıp ta yaşasın diye fırsat verdiği keçi, yol yordam bilmediğinden, başa geçerse, o zaman keçiler darmadağınık olur, koşturmaktan karınlarını doyuramazlar, tehlikeli kayaların başlarına çıkarlar, tun tun dağılırlar. Baş keçi tekrar öne geçinceye kadar, keçilerin bir kısmı kaybolur, diğerleri de yuvalarına zamanında varamazlar, huysuzlaşırlar. Keçileri bekleyen oğlaklar, annelerine kavuşurken meleme sesleri; kaybetme, bulamama endişeleriyle yüksek çıkar. Kargaşa oluşur. Sütlerini ememezler esmeler de yerine zor gider. Tedirginlik belli olur. Çoğu yetim kalır. Ertesi günlerde tekrar düzene girinceye kadar, çoban uğraşsa da, düzensizlik  devam eder. Bu durum insanoğlunun oturup düşüneceği, aklını başına alıp, aklıyla hareket etmesi gerektiğini gösterir.
Türk milletinin geçmişteki yaşamını sürdürmek için yaptığı tek meslek hayvancılıktı.O zamanlar orman daha çoktu. Yaklaşık iki yüz yıldır, milletimiz yerleşik düzene geçip tarımda, sonra da sanayide ve değişik mesleklerde yoğunlaşıp şehirleşme yolunu seçmiştir. Buna paralel olarak keçi çobanlığı yapanların da oranı binde birin altına düşmüş. Bu düşüşle birlikte nedense ormanlar çoğalacağı yerde, o da azalmıştır. Demek ki bu kadar azalan keçinin tamamı yok edilse bile, o zaman orman yine çoğalmayacak. Orman Bakanlığı kurulduğundan bu güne kadar; deve, keçi, at, eşek, yok denecek kadar azalmış, ama orman çoğalmamış , aksine azalmıştır. Keçiyi, koyunu, deveyi, atı, eşeği tekrar çoğaltıp, tohumların doğal çoğalmasına ortam hazırlamalı, ya da Orman bakanlığı, kesmekten çok dikmeye yönelmelidir.
Öte yandan ormanı halkın malı yapmalı. Orman köylüsüne, Köyünün etrafındaki orman tek tek tespit edilmeli ve Muhtar ve azalara ağaçlar tutanakla teslim edilmeli ve “ bu orman sizin. Köyünüzün, gelirinden bu köylüye şu oranda pay vereceğiz, kendi malınızı kendiniz koruyun” denmeli. Ve ormanın şu veya bu sebeple ele güne verilmeyeceği Türk milletinin ve pay olarak ta köylünün olacağı anlatılmalıdır. O zaman Devletin bekçisine gerek yoktur.
Devlet ormanköylüsü’yle, çobanla oturup, hem devletimizi, hem ormanımızı, hem de hayvanımızı ve çobanımızı yaşatmanın formülünü, çözümünü bulmalıdır. Eğer, orman ağaçlandırması, yeni dikim sahası varsa ve o dikilen ağaç; keçinin yediği cinstense, oraya keçiyi sokmamalı. Etrafı çevrili yeni dikim sahalarında ağaçlar keçinin yetişemeyeceği boya gelinceye kadar çoban keçisini başka yerde otlatmalı. Her yörede dikim alanları on yıllık sürelerle planlanarak, değişik dağ ve tepelerde, sırayla dikim yapılıp, çobana da yine yöresinde olmak şartıyla ancak dikim sahalarında ağaçlar, belli bir boya gelinceye kadar ormana girmeden yaşaması sağlanmalı. Yeni dikim sahaları planlı yapılmalı, çoban da plana uymalı. Ancak, dağlardaki, kayalardaki, insan emeği geçmeden, kendiliğinden, Allah'tan yetişen, metrelerce boyu olan ormanda da, Allah'ın yarattığı keçi yayılabilmeli, yaşamını sürdürebilmelidir.
Şayet, gönüllü olarak çobanlığı bırakmak isteyen varsa, Devletimiz; onu yerleşik düzene geçişinde, ele güne muhtaç olmadan, eskiden olduğu gibi alın teriyle çalışabileceği tarla ya da iş ortamı hazırlamalı. Gerek yasalar, gerekse haklar ve ülke nimetlerinden yararlanmada eşit görülmeli, gerek çobanlığında, gerek diğer alanlarda çalışma hakları elinden alınmamalı.
Bilinir ki Yörükler yaşadıkları yerlerin çevresini, doğasını korurlar. Yakınlarındaki ağaçları, dağları, taşları, ırmakları, çeşmeleri, alçak tepeleri kendisinin sanır ve kendince adlar verir ve yörede o yerler Yörüklerin verdiği adlarla anılır. Buralara zarar vermek, işgal etmek isteyenlere,Yörük ne yapar yapar izin vermez. Bu bilindiğinden, Yörüklerin çadırlarının, yurtlarının olduğu yeri kimse gelip işgal edemez. Bireyselciliğin doruğa çıktığı günümüzde herkes kendisinin malını korurken, toplumun ve devletin malını korumazken, iddiaya göre; Yörük, benim dediği yurdundan çıkarılırsa ve bu ormanların içi, yerli ve yabancılara şu ya da bu şekilde verilecektir. Yörükler, “benim” dediği yurtlardan çıkarılırsa, Yörük de, uzak olduğundan, yurdu gözünün önünde olmadığından haberi olamaz. Eşi dostu, hısımı akrabası da dağıldığından, direnemez. Yörük yüzlerce yıllık atalarından kalan yurdundan çıkarılırsa, orman tamamen yönetenlerin kontrolünde olursa, halktan, “orman benim”, diyenler azalır. “Bana ne bana ne faydası var?” diyenler çoğalırsa ve orman arazisi ele güne verilirse, ağaçlar kesilip, yakılıp, orman yok edilir, ya da azaltılıp; villalar, konaklar, tenis kortları gibi, zenginin dinlence ve keyif yeri yapılırsa, sadece “ben!..” demeye alıştırılan toplum duyarsızlaşacağından, direnç azalacak, İşgal kolaylaşacaktır. Bütün bu iddiaları tarih gösterecektir. Yöneticilerin içerisinde buna benzer art niyetli olanları varsa; er geç ortaya çıkacaktır. Ama bu iddialar, halk arasında yayılmıştır.
Özellikle son yıllarda, yerinden sürülerek, fakir düşürülerek, Yörüğün, kültüründen koparılma çalışmaları, gözle görülür şekilde devam etmektedir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Toroslara gidiniz; orada bir çadır görürseniz ve o çadırda duman tütüyorsa, Türkiye Cumhuriyeti'ni kimse yıkamaz!..” demiştir. Bağımsızlık sevdalısı, sağlam karakterli, kültürüne düşkün, her şeyiyle Türk olan Yörükler dağdan indirilirse, çadırları sökülürse, ateşleri söndürülürse, dumanı tüttürülmezse, kültürü yok edilirse, bağımsızlık duygusu yok edilirse, genel anlamda asimile edilirse, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak daha kolay olacaktır. Türk'ün üstüne gelinmesinin nedeni budur.  Buna bilerek yada bilmeyerek ortak olanların tarih önünde sorumluluğu vardır.
Ülkeyi idare edenlerden isteğimiz; ülkesini seven, ihanet nedir bilmeyen, yaratılanı yaratandan ötürü seven, yaşatarak yaşamaya çalışan Yörüklerin üzerindeki baskıyı durdurup, Ormanı, hayvanı ve Yörüğü bir arada yaşatmanın yolunu bulmalarını istiyoruz. İçi sevgi dolu,”dağların verdiğini ağaların vermediğini”, Köroğlunun “Ferman Padişahınsa, dağlar bizimdir!..” dediğini, Ülkemize yük olmadığını ve varlığı da yokluğu da bilen yörüğe kulak verilmeli, ortak çözüm bulunmalı, Allah'ın yarattığı her şeyle beraber, Özgür Ülkenin, özgür dağların özgür insanları, özgür yaşamalı ve yaşatılmalıdır.
 
www.yorukler.com
Listeye Geri Dön

Makaleler  Kategorisindeki Diğer Yazılar
Sosyal Güvenlikte Tarım Sigortalılığı
KEFİR
KEÇİ
SEN ALİSİN
HALK KÜLTÜRÜNDEN... Yörük yaşamından
BEN AMERİKA'DA 25 YIL KALMIŞ BİR İNSAN OLARAK ŞÖYLE BİR GÖZLEM YAPIYORUM.
YÖRÜKLER NE İSTİYORLAR?



Duyurular
Sevindiklerimiz & Üzüldüklerimiz
Ulusal Haberler
Anket
Henüz anket eklenmemiş.
Kullanıcı Girişi
 Email :  
 Şifre   :
Yeni Üye | Şifremi Unuttum



 
Faaliyet Takvimi (Haziran)
# Pts Sal Çrş Prş Cum Cts Pzr
22    1234
23567891011
2412131415161718
2519202122232425
262627282930  

Nöbetçi Eczaneler

Antalya'da Hava
Isparta'da Hava
Honamlı Yörükleri Kültür ve Dayanışma Derneği honamli@honamliyorukleri.org.tr - WebMail